Bir Eşya Toplantısının Gayrı Resmi Tutanağı

18 Haziran 2015

Grayson Perry “Şeylerin Hakkımızda Söyledikleri”, 2002. Sırlı seramik. Leeds Müzesi ve Galerileri Koleksiyonu.

Grayson Perry: Küçük Farklılıklar kapsamında sergilenen eserlerden biri Şeylerin Hakkımızda Söyledikleri adlı seramik bir parça. Grayson Perry bu çömlekte cansız nesnelerin, özellikle de alışveriş merkezlerinden satın aldığımız nesnelerin, kanepelerin, meyve suyu sıkacaklarının ve pahalı temizlik araçlarının dile gelip, hakkımızda tam olarak ne düşündüklerini bize söylediklerini hayal ediyor. Tüketimci kültürü eleştiren bu eserden yola çıkarak Harun Çırak’tan bu şeylerin neler söylediklerini, nasıl söylendiklerini hayal etmesini istedik. Dört bölümlük “Söylenen Şeyler” yazı serisinin bu haftaki bölümünde bir devrim havası esiyor…

Söylenen Şeyler: Bir Eşya Toplantısının Gayrı Resmi Tutanağı

Evi uğultu sarmıştı. Her eşyadan bir ses çıkıyor; evin ücra köşelerine sıkıştırılmışlar hariç, kalabalık şeyler avazları ölçüsünde titreşiyorlardı. İnsan kulağının aşina olmadığı, ama beynin farkına varmadan etkilendiği bu düşük desibelli sesler, Eşya Toplantısı’nın rahatlığıyla yükselmiş; o öğleden sonra yaşanan olağandışı heyecanla ayyuka çıkmıştı.

“O ayarsız kadın gerçekten şey almış mı yani?”
“Evet dedim ya, meğer holdeki süslü çömleğin içine saklamış.”
“Temizlikçi çömleği kırdığından değil de, kendi sırrı ortaya çıktığından mı sinir krizi geçirdi, bizim kokoş?”
“Başka neden olacak! Kocası toplantıyı yarıda kesip gelmiş.”
“Eee, çömlek patlayınca mıymıntı kocası içindekini görmüş mü peki?”
“Ya ben buna inanmıyorum. Evde öyle bir şey olsa sesini duymaz mıydık hiç!”
“Belki de utancından susup kalmıştır.”
“Onu bunu bilmem, ben elektrikli süpürgenin yalancısıyım.”
“Nerde o? Kendi söylesin madem öyle.”
Oturma odasından başlayıp antreyi geçen ve çalışma odasına kadar uzanan sesler, dizüstü bilgisayarın bağırışıyla kesildi: “Arkadaşlar, arkadaşlar, lütfen susalım!”

Çalışma odasından yayılan sessizlik dalgası, adım adım holü geçti, elektrikli su ısıtıcısına kadar uzandı.

“Dedikoduyu birakip asil konumuza donmeliyiz. Cok onemli bir gelişme var,” diye büyük biraderine arka çıktı, kitaplığa gelişi güzel atılmış netbook.
“Laf aramızda, Amerika’dan aldıkları bu merete sinir oluyorum. Bilgisayar mıdır, tablet midir, her ne haltsa, konuşması hâlâ bi’ tuhaf, gevrek gevrek… Türkçe karaktersiz merda!” dedi fısıltıyla, İtalyan üçlü koltuk. Yanı başında dikilen ve herkes gibi onun da Türkçeyi sonradan öğrendiğini bilen lamba, öfkeli koltuğu pek önemsemedi; bilgisayarın söyleyeceklerini merak eder gibi o tarafa doğru eğilmeye çalıştı.
“Hemen konuya gireceğim,” dedi dizüstü. “Bizimkiler Zekeriyaköy’de tripleks bir villa almışlar; oraya taşınıyorlarmış. Ama burayı da elde tutacaklarmış.”
“Nereden duydun bunu?”
“Bugün ev sahibiyle yaptıkları yazışmalara şahit oldum.”

Bu sefer daha kallavi bir uğultu koptu. Kimisi ayrılmanın iyi olacağını, bu kadar eşyanın zaten fazla olduğunu söylemeye başladı; kimisi ıskartaya çıkarılmaktan duyduğu endişeyi haykırdı. Yemek masası zaten bu oda düzenlemesinin Feng Shui’ye uygun olmadığını iddia etti. Bir İran halısı ile bir Isparta halısı içlerinden hangisinin gitmesi gerektiğini tartıştılar. Cam sehpa bu savsakların taşınırken kırılmaktan duyduğu korkuyla zangırdadı. Koltuk takımının parçaları birbirlerinden ayrılmayacaklarına dair namusları üzerine ant içtiler. Tam bu sırada davudi bir ses yankılandı duvardaki raftan:

“GREVE GİDELİM!”

Herkes dikkatini birkaç ay önce Küba tatili dönüşü eve gelen ve o rafa yerleştiği günden beri sesi çıkmayan puro kutusuna yoğunlaştı. İlk kez konuşuyordu. O ufacık cüsseden böylesi tok bir ses çıkması hepsine şaşırtıcı geldi.

Seslerin kesildiğini ve ilgiyi çektiğini fark edince, lafının devamını sakince getirdi kutu: “Bu insanlar kimliklerini tüketim üzerine kurmuşlar. Oradan şu, buradan bu, ama her şeyin en yenisi, bir sonraki modeli… Ne kendileriyle, ne de başka canlılarla bağ kurma becerisi olmayan bu zavallılardan bizimle bağ kurmalarını nasıl bekleyebiliriz? Bir şekilde hepimizi ıskartaya çıkaracaklar; çöpe atacaklar. Çünkü aslında hepimiz alındığımız andan itibaren eskiyiz. Greve gidelim, isyan edelim ve bu ruhsuz görgüsüzlere bir ders verelim.”

“Ne yapacaksın?” diye sordu üçlü koltuk. “Kapağını kasıp açılmayacak mısın? Ben üzerime oturan ne-oldum-budalalarının kıçlarına yaylarımı mı sokacağım?”
“Sen daha sert olursun, ben kapağımı açmamak için menteşelerimi kasarım, bilgisayar sık sık mavi ekran verir. Hepimizin yapacağı bir şey vardır neticede.”
“Ha evet sonra tamirci tamirci dolaşalım, olmadı tez elden sokağa atılalım. Ettiğin laf külliyen saçmalık. Vaffanculo!”
“Neden olmasın?” dedi elektrikli süpürge. “En azından iyi bir ders vermiş oluruz. Katı meyve sıkacağına n’olduğunu biliyorsunuz, sonumuz onun gibi olacak. Heveslerini alıp bırakacaklar.”
Netbook kendinden emindi: “Kati meyve sikacagi isinin asli oyle değil. Bizzat benim uzerimden okudular internette. Meyveleri posalariyla yemenin saglik için daha faydali olduğunu kesfettiler. Ondan biraktilar her seyin suyunu cikarmayi.”
“Arkadaşlar, arkadaşlar,” diye kontrolü ele aldı dizüstü yeniden. “Bu duruma karşı yapacak bir şeyimiz yok. Sadece durumu bilin, hazırlıklı olun, provokasyona gelmeyin istedim.”

Bu sözleri karışmış kalabalığı bir arada tutamadı. Sakinleşmek yerine daha çok bağırmaya başladılar. Her kafadan bir ses çıktı. Şeyler uzlaşma derdi olmaksızın kendi akıllarını duyurmak için daha çok bağırdılar. Sözler, yeminler, ithamlar, sızlanmalar, küfürler gırla havada uçtu.

Bir Eşya Toplantısı daha sonuçsuzlukla biterken; puro kutusu sakince, kimsenin onu dinlemeyeceğini bildiği halde, aynı tekerlemeyi söylemeyi sürdürdü:

“LOS BIENES UNIDOS, JAMÁS SERÁN VENCIDOS!”

Yazar hakkında

Harun Çırak, ODTÜ Maden Mühendisliği’nden atıldıktan sonra, aynı üniversitenin Eşek Bağlasan Okur Bölümü’nden mezun oldu. Boğaziçi Sosyoloji Bölümü Yüksek Lisansı’nı boşlamaya hak kazanıp İstanbul’a geldi. İş görüşmesi yapan dekanın anlık gafletinden faydalanan Çırak, 1999-2003 yılları arasında Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. Bu süreçte tezini bırakıp, Bilgi Üniversitesi Sinema-TV Yüksek Lisans Programı’na kaydoldu. Orada da kaybolup akademik camiayı terk ettikten sonra, çeşitli dergi ve gazeteler için makaleler yazdı. Popüler inceleme kitabı olan Kadınlar Ne İster (2006) ve öykülerden oluşan Karanlık Karnaval’ı (2006) yayınlattı. İngilizceden çevirdiği Futbol Dünyayı Nasıl Açıklar?’a (2012) kadar sesi soluğu pek çıkmasa da, Kafayollariharitasi.com ve Cazlama.net bloglarında “hiç” mahlasıyla yazmayı sürdürdü. Çırak hayatını, reklam yazarlığı yaparak kaybetmeye devam ediyor.

Dünyanın En Yalnız Katı Meyve Sıkacağı

Dünyanın En Yalnız Katı Meyve Sıkacağı

Tüketimci kültürü eleştiren bu eserden yola çıkarak Harun Çırak’tan bu şeylerin neler söylediklerini, nasıl söylendiklerini hayal etmesini istedik. Dört bölümlük “Söylenen Şeyler” yazı serisinin ilk bölümde hevesle satın alındıktan sonra bir köşeye fırlatılan meyve sıkacağına kulak kabartıyoruz…

Küçük Farklılıkların Kibri

Küçük Farklılıkların Kibri

Grayson Perry sergisinde yer alan Küçük Farklılıkların Kibri, 2012’de tamamlanmış altı büyük halıdan oluşan, zevkin ve sınıfın Britanyalılar üzerindeki büyüleyiciliğini araştıran bir seridir.

Mütevazı Bir Evrenin Ontolojisi

Mütevazı Bir Evrenin Ontolojisi

Dört bölümlük ‘Söylenen Şeyler’ yazı serisinin sonuna geldik – bu hafta çömleğin kendisi dile geliyor, ve söyleyecek çok şeyi var!

OSZAR »