Mütevazı Bir Evrenin Ontolojisi

25 Haziran 2015

Grayson Perry"Şeylerin Hakkımızda Söyledikleri”, 2002. Sırlı seramik. Leeds Müzesi ve Galerileri Koleksiyonu.

Grayson Perry: Küçük Farklılıklar  kapsamında sergilenen eserlerden biri Şeylerin Hakkımızda Söyledikleri adlı seramik bir parça. Grayson Perry bu çömlekte cansız nesnelerin, özellikle de alışveriş merkezlerinden satın aldığımız nesnelerin, kanepelerin, meyve suyu sıkacaklarının ve pahalı temizlik araçlarının dile gelip, hakkımızda tam olarak ne düşündüklerini bize söylediklerini hayal ediyor. Tüketim kültürünü eleştiren bu eserden yola çıkarak Harun Çırak’tan bu şeylerin neler söylediklerini, nasıl söylendiklerini hayal etmesini istedik. Dört bölümlük ‘Söylenen Şeyler’ yazı serisinin sonuna geldik – bu hafta çömleğin kendisi dile geliyor, ve söyleyecek çok şeyi var!

Mütevazı Bir Evrenin Ontolojisi: Çanak Çömlek Patladı!

Âdem, insan olmadan önce çömlekti.
Bunu ben değil, uğruna türdeşlerinizi öldürdüğünüz dinleriniz diyor: “Tanrı Âdem’i topraktan –kendi suretinde- yarattı ve ona ruhundan üfledi.”

Ardından fen ödevini başarıyla tamamlamış bir çocuk gibi sevinip sevinmediğini kimse bilmiyor. Fakat çamurdan figür yapıp kendi ruhundan üfleme alışkanlığı, çamurdan yaptığı ve kendi ruhunu üflediği figüre de geçmiş olmalı ki; kendi ruhunu üflediği çamurdan figür, kendi ruhunu üflemek için çamurdan figürler yapmaya başladı. Tanrı’dan aldığı iddia edilen ruhu, eşyaya yaydı. Eğer bu hikâye, insanın kili kendine benzetebildiğini gördükten sonra uydurduğu retrospektif bir güzelleme değilse –ki bu da ihtimal dahilinde- biz de Tanrı’nın bir parçasıyız demektir. Yani, suyunun suyu olsak da, vahdet-i vücut kendini evrenin tek akıllısı sanan bir türün sınırlarını aşar. Çömleğin evrimini anlatmaya girişmeden evvel, bunu akılda tutmak gerekir.

Bilinen ilk çömlekler, insanların konar-göçerlikten yerleşik hayata geçtiği neolitik döneme ait Terra primitus’tur. Bunlar, içecek ve yiyeceklerini hayvan derisinde saklayan göçebelerin toprağa bağlı hale gelişlerinin sembolik bir yansımasıdır. Ne yazık ki; insanların henüz çömlekleri fırınlamayı keşfetmedikleri bu dönemde yaptıkları bu çömlekler, tek kullanımdan sonra dağıldıkları için uzun ömürlü olmadılar. Gerçekleştirdikleri inovasyondaki eksikliği fark eden tarımcılar, ham toprağı pişirip oldurmayı akıl ettiler ve Terra cotta böyle doğdu. (Şimdi Genesis’le Çin’deki Terracotta Ordusu arasındaki o ‘retrospektif’ ilişkiyi ilahiyatçılar düşünsün!) Çömlek teknolojisi statik bilgisi ile birlikte ilerledikçe; daha ince ve uzun boylu çömlekler (Terra erektus) ortaya çıkmaya başladı. Daha bir ton icat var arada, ama ders vermekten sıkıldım, kısa keseyim: Bu evrim silsilesi, bana, yani Terra sapiens’e varana kadar geldi.
Yukarıda da ispatladığım üzere toprağın en bilge haliyim. Ama karşınıza alıp sorun hele, “Ey Terra sapiens, içinde sakladığın sırlarla mutlu musun?” diye. Yanıtım, “Değilim, inanın hiç değilim,” olur size. “Keskin sirke küpüne zarar,” der ya insanlar, nice zamandır içimden çıkmayan ve sabrımı çatlatan bir şey var.

Atalarım ve ninelerim benden çok farklıydılar. Hitit, Çin, Etrüsk ya da Miken çömlekleri, hepsi de bir işe yarıyorlardı. Göz zevki ya da derin, entelektüel tasalar için yapılmamışlardı; kendi topraklıklarını yaşıyorlardı. Bir sazdan yapılma bir kulübede ya da kerpiçten bir evde, topraktan çıkan ve Tanrı’nın sureti olan başka bir organik varlıkla buluşuyorlardı. Su, şarap, et, kebap… İnce ince işlenmiş bir Miken testisini ele alın mesela. Evet, yine bir zenginin evindeydi belki; ama dışı pornografik tasvirlerle, içi şarapla doluydu. O zengin çift, belki de birkaç hizmetçi daha, onun içindeki şarabı içlerine, dışındaki cinselliği üstlerine boşaltıyorlardı. Ah ne muhteşem bir yüzyıl!

Benim ise içim boş ve insanlar dışımdaki cinselliği içlerine boca ediyorlar. Çünkü bir sanatçının atölyesinde doğdum. Üzerimde tüketim toplumunun cehennemini taşıyorum. Çoğu zaman, o sergi senin bu müze benim taşınmak için yaratılmış bir ucube gibi hissediyorum. On Avro giriş ücreti olan bir müzede, cam bir fanus içinde sergilenseydiniz; siz ne hissederdiniz? Ya da türlü acayipliklere meraklı bir zenginin evinde, tepenizde “Bak burada uğruna 60.000 Avro ödenen bir ‘şey’ var!” diyen bir spot altında, pahalı bir fahişe gibi hiçbir işe yaramadan dikilseniz?

Bir testinin, bir çanağın ya da bir çömleğin işe yarar bir mutfak gereci ya da bir sanat eseri oluşunu belirleyen nedir? Kim, neye göre diker bu yüksek duvarı? Her şey bir yana, varoluşun ıstırabıyla kıvranan bir sanatçının elinden çıkmış bir çömleğe nasıl değer biçildiğini anlamak mümkün değil. Bir apartman dairesi midir bu bedel? Yüz bin adet kot pantolon mudur? On bin porsiyon kebap mıdır? Yüz bin tane manyetolu çakmak mıdır?

Ben Öklid’in ötesinde bir uzayın eliptik geometrisini, hiperbolik tekinsizliğini ve hatta göreceliliğini taşıyan kendi başına bir evrenim.

Benim kadar mütevazı olsa da, bir evrene paha biçmek kimin haddine!


Yazar hakkında
Harun Çırak, ODTÜ Maden Mühendisliği’nden atıldıktan sonra, aynı üniversitenin Eşek Bağlasan Okur Bölümü’nden mezun oldu. Boğaziçi Sosyoloji Bölümü Yüksek Lisansı’nı boşlamaya hak kazanıp İstanbul’a geldi. İş görüşmesi yapan dekanın anlık gafletinden faydalanan Çırak, 1999-2003 yılları arasında Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. Bu süreçte tezini bırakıp, Bilgi Üniversitesi Sinema-TV Yüksek Lisans Programı’na kaydoldu. Orada da kaybolup akademik camiayı terk ettikten sonra, çeşitli dergi ve gazeteler için makaleler yazdı. Popüler inceleme kitabı olan Kadınlar Ne İster (2006) ve öykülerden oluşan Karanlık Karnaval’ı (2006) yayınlattı. İngilizceden çevirdiği Futbol Dünyayı Nasıl Açıklar?’a (2012) kadar sesi soluğu pek çıkmasa da, Kafayollariharitasi.com ve Cazlama.net bloglarında “hiç” mahlasıyla yazmayı sürdürdü. Çırak hayatını, reklam yazarlığı yaparak kaybetmeye devam ediyor.

 

Dünyanın En Yalnız Katı Meyve Sıkacağı

Dünyanın En Yalnız Katı Meyve Sıkacağı

Tüketimci kültürü eleştiren bu eserden yola çıkarak Harun Çırak’tan bu şeylerin neler söylediklerini, nasıl söylendiklerini hayal etmesini istedik. Dört bölümlük “Söylenen Şeyler” yazı serisinin ilk bölümde hevesle satın alındıktan sonra bir köşeye fırlatılan meyve sıkacağına kulak kabartıyoruz…

Küçük Farklılıkların Kibri

Küçük Farklılıkların Kibri

Grayson Perry sergisinde yer alan Küçük Farklılıkların Kibri, 2012’de tamamlanmış altı büyük halıdan oluşan, zevkin ve sınıfın Britanyalılar üzerindeki büyüleyiciliğini araştıran bir seridir.

Portmantoda Olağan Dedikodular

Portmantoda Olağan Dedikodular

 Dört bölümlük “Söylenen Şeyler” yazı serisinin ikinci bölümde evin portmantosunda yolları kesişen eşyaların dedikodusuna kulak misafiri oluyoruz…

OSZAR »